" İnsanlar çözümü göremediklerinden değil, sorunu göremediklerinden çözümsüz kalır. "
" It isn't that they can't see the solution. It is that they can't see the problem. "
Gilbert K. Chesterton

Card image cap

YAKINMAYA DEVAM AMA!

Kendim de dahil yakın ya da uzak çevreme, kitle iletişim araçlarıyla erişebilecek olanlardan bakabildiklerime kadar hepsine, acaba konuşup yazdıklarının ortak noktaları var mıdır? diye hep merak etmişimdir. Toplumdan topluma değişeceği için bu merakımın çerçevesini de kendi içinde yaşadığım toplumla sınırlı tutuyorum. Vardığım sonuç şudur:
Hiçbir kendini ifade imkanına sahip olmayıp, duygu ve düşüncelerini kendi kendine mırıldanarak giderenlerden tutunda, Hatay’daki uzaylılara ait kafataslarının esrarını görüşmek üzere bir araya gelen, bununla da yetinmeyip bu son derece ufuk açıcı konudan herkesin haberi olması gerektiğini düşünerek TV oturumu düzenleyenlere kadar hemen herkes, kendince sorun olarak gördüklerini bu iletişim araçları yoluyla başkalarıyla paylaşırlar. Ortak noktalardan birisi bu.
İkinci ve sevindirici diğer ortak nokta ise, bütün bu paylaşımlar hemen daima çözüm öneriyle sonlanıyor. Bütün bunlar demokrasiye gönül vermişliğimizin bir göstergesi sayılabilir.
Pek sevindirici olmayan üçüncü ortak nokta ise, sorun ifadelerinin -ve onun bir kaçınılmaz sonucu olan- çözüm önerilerinin hemen daima otomatik bir kutuplaşmaya yol açması ve bu nedenle de tanı ve çözümlerde bir ortaklık sağlanamaması. Bu bir anlamda sevindirici sayılabilir; çünkü örneğin “faizin yasaklanıp yerine kur koruması”nın icadı ve benzeri konularda toplumsal uzlaşı oluşmaması, facia boyutlarının sınırlı kalması açısından bir şans sayılabilir.
Buradan çıkardığım bir sonuç var: Bu kadar kalabalık bir toplum şu ya da bu ölçekte toplum sorunları ile değil de üzerinde hiç tartışma çıkmayacağı umulan (yine de belli olmaz) bazı elemanter konulara da -ara sıra olsa dahi- yer verse acaba ne olur?
Hemen akla gelebilecek bir soru, bu “üzerinde tartışma çıkmayacağı beklenen elemanter konular”ın neler olduğudur.
Bunlar öyle seçilebilir ki, bunların birinde bir iyileşme sağlandığında, gözle görülür bir etki çoğu kimse tarafından hissedilebilir. Bunu bir örnekle açıklamak daha kolay olabilir: Örneğin;
● “çocuğunun başkalarını sömürmeden ayakları üzerinde durabilecek güçte yetiştirmek üzere, başka
ebeveynler yapsa dahi okul ödevlerini onun yerine yapmamak” veya
● “başkaları kopya çekse dahi kopya çekmemek” veya
● “başkaları güvenlik şeridinden sürerken bunu yapmamak” veya
● “torpile imkanı varken baş vurmamak”
gibi dört erdemli davranıştan birisini düşününüz.
Bunların dördünde de (ve bunların dışındaki onlarca erdemli davranış için de) ileri sürülebilecek itiraz, “erdemli davranmayanların haksız rekabeti” üzerine olacak ve böylece, “erdemli davranışların ancak aksi davranışta bulunabilecek hiç kimse yoksa o takdirde söz konusu olabileceği” gibi saçma bir koşul ortaya çıkacaktır. Nitekim “başkası yapmasın ben de yapmam” zihinsel virüsü (1) böyle ortaya çıkmıştır.
Bu akıl yürütmeye dayanarak şunu söyleyebiliriz: Her erdemli davranış, o davranışı yaptığında zarar göreceğini bilen,buna karşın yine de öyle yapmayı sürdüren cesur insanların varlığı sayesinde insanlık ailesinin ortak erdemi haline gelmiştir. Erdemi diliyle sınırlı kalabalıklar ise o saçma haksız rekabet mazeretlerinin gölgesinde, gerçek erdemlilerle bir anlamda mücadele halinde toplum yaşamlarını zehirlemektedir.
Bir toplum ya da bir kesiminde bir erdemli davranışın kök salıp yerleşmesi sürecini inceleyenler(2) , o topluluktaki kişilerin en az dörtte birinin ikna olması gerektiğini deneysel olarak göstermişler; bunun da genellikle “iyi organize olmuş arkadaşlık ağları”
3 yoluyla gerçekleşebileceğini belirtiyor. Bu ¼ sınırı aşıldığı anda topluluğun geri kalan  kısmında kendiliğinden bir yaygınlaşma olduğu gösterilmiştir. Kıvılcım Anı (The Tipping Point) adlı kitabında Malcolm Gladwell de benzer bir gerçeği örneklerle ortaya koyuyor.
Peki bu ne demektir ve bir işe yarar mı?
Dörtte birlik devrilme noktası ya da Kıvılcım Anı, örneğin 12 kişilik bir toplulukta en az 3 kişinin bir konuda ikna olması gerektiğini söylüyor, ama bu kadar değil; bir yandan da bu 12 kişinin, birbirinden kopuk 12 kişi değil,aralarında sürekli ilişki bulunan, dolayısıyla da birindeki bir ikna olmuşluğun diğerlerince bilinebileceği bir yakın ilişki olması gerektiğini de öne sürüyor. Buradaki ince nokta, birbiriyle yakın ilişki içindeliğin, sağlanabilecek etkilerin aritmetik toplamından daha büyük bir sinerjinin yaratılabilmesine yol açma olgusudur.
O halde, bir erdemli davranışın toplum içinde kök salması arzu edildiğinde, birbirinden kopuk kişilerin bu davranışı övmesi, hatta benimseyip hayatına geçirmesi asla yeterli olmayacaktır.
“İyi organize olmuş arkadaşlık ağları” tam olarak nedir?
Aslında bu deyimi oluşturan sözcüklerin hiçbiri tek başına bütünün kastettiği “sıkı etkileşim içindelik” anlamını temsil etmiyor. Sıkı etkileşim, ne coğrafi yakınlığa hatta ne de tanışıklığa bağlı. Bir köşe yazarı ile okuru arasındaki bağ buna bir örnektir. Okur yazarın düşüncelerine duyduğu güven nedeniyle etkilenirken, yazar da okurlardan -kalabalık bilgeliğine duyduğu güven nedeniyle- etkilenir. Bu iki kişilik elemanter yapı, geri kalan ve henüz etkilenmemiş kesimden katılımlar için “uymaya zorlayan bir davet” rolünü oynayacaktır. Bundan sonraki süreçte davet ve katılım etkileşimleri giderek güçlenebilir ve ¼’lük sayıya varıldığında çok hızla geri kalan ¾’e yayılır.
Buna göre, bir davranışı yaygınlaştıracak ¼’lük kesimin (çekirdek diyelim) tasarımında, o davranışa eğilimli sıradan iki kişi yerine, en az birisi çevresinde yüksek güven yaratma potansiyeline sahip yazar, sanatçı, bilim insanı gibi bir kişi bulunmasına dikkat edilmelidir.
İkna: Meselenin püf noktası!
Cevaplanmamış sorulara sahip olmak, ikna olma arzusu’dur denilebilir. Bu arzu, cevaplanmamış soruların yarattığı belirsizliği azaltma eğiliminden kaynaklandığına göre, kişiler -özellikle de ilk çocukluk yaşlarında zihinleri sorularla doluyken- toplu cevaplara karşı açıktırlar. Toplu cevaplar sadece tek soruyu değil, benzer durumdaki sorular kümesinin tamamına cevap oluşturup hem belirsizlik azalmasından dolayı büyük bir rahatlama, hem de çevrelerindeki henüz bu denli çok cevaba sahip olamayanlara göre üstün bir kişilik yaratırlar. Dini ve ideolojik
sahiplenmelerin küçük yaşlardakilere yönelmesinin nedeni bu ikilidir.
Tek ya da toplu cevaplar görüldüğü gibi, tüm canlıların en değerli özelliklerinden birisi olan ve cevaplanmamış soruların güdülediği merakı (kuşku) öldürüp bir tür zihinsel soykırıma yol açarlar. Bu tehdidi önleyebilecek başlıca araç, bilimsel kuşku (skepticism) ile küçük yaşlarda aşı olmaktır.Sorularına henüz cevap bulamamış ve kuşku ile de aşılanmış kişiler, hiçbir zaman tam ikna olmayacaklar, akıllarındaki ….mi acabalar ile yaşamlarını sürdüreceklerdir. Denilebilir ki onlara yaşam enerjisini veren kaynak,henüz cevabını tam bulamadığı (ve belki de bulamayacağı) sorular ve onları güdüleyen kuşkularıdır.
İkna olması daha da güç kişilerse, sorularına cevap bulduğuna inananlardır. Bu tür kişilere geçerli bir soruya ait geçerli bir cevap verildiğinde, o cevap kişinin zihninde birbirine destek olarak bütünlüğünü sağlamış ve bu yolla da bir zihinsel konfor sağlamış yapıyı sarsacağı için büyük bir rahatsızlık ve tepkiye yol açabilecektir.
İkna olabilmeyi güçleştiren öğelerden birisi de sözcüklerdir. Özellikle de kökenleri ve anlamları konusunda yeterli bilgi sahibi olunmayan sözcüklere her kişinin kendi arzuladığı anlamı yüklemesi sonunda, aynı dili konuştuğu inancında, ama birbirini tam anlamayan ve anlaşılmadığından yakınan, ikna edilmesi çok güç insanlar topluluğu oluşuyor (4)

Bu durumda soru, ¼ çekirdeği’nin oluşması için gereken ikna ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağıdır. Uygulamada sık rastlanan yalan, tehdit, gerçekleşmeyecek vaat gibi yollara başvurmadan, ama yine de etkili ikna yolları şunlar olabilir:
● Herhangi bir kimsenin en kurnaz olması istatistik olarak imkansıza yakın bir ihtimal olduğu; yaşamını erdem temeline değil kurnazlığa oturtmuş bir kişinin karşısına çok sayıda “daha kurnaz” kişiler çıkmasının kaçınılmazlığını; kısa vadenin aldatıcı çekiciliğine kapılmayıp uzun dönemde erdemli davranışların, kişilere ve onları çevreleyenlere en çok yararı sağlayacak yol olduğunu anlatmak. Bu tür açıklamalardan çok bunların fıkralaştırılmış hallerinin daha etkili olabileceği nedeniyle, bu tür fıkralar bulmak ve üretmek de bir
yoldur.
● İknaya konu davranışın aksi davranışlara sahip kişi, ne denli rasyonel kanıtlar gösterilse de davranışının yanlış olduğunu kabul etmek istemeyebilir. Ünlü Fizikçi Blaise Pascale “The Art of Persuasion” adlı eserinde şöyle diyor: “İnsanlar genellikle başkalarının aklına gelenlerden ziyade kendi keşfettikleri nedenlerle daha iyi ikna olurlar”(5)
● İknaya konu davranışın aksinin, kişinin üstlenmek istemeyebileceği bir sıfata (aptallık vb) karşılık geldiğini, ikna edilecek kişiyi hedef almadan, tatlılıkla söz arasına sıkıştırmak (6,7)
● Bu konuda evvelce yapılmış bir çalışmada önerilen yollar(8)
● Düşünceleri Hayata Geçirme Araçları(9) içinden bu amaçla seçilebilecek olanlar.Belirli davranışların yaygınlaşması yolunda çalışanlar kuşkusuz bu yolda giderek daha etkili ve yaratıcı yollar bulacaklardır.

1 Bkz. https://tinaztitiz.com/zihinsel-virusler/
2 Bkz. Cantola D., “How Behavior Spreads? The Science of Complex Contagions”, 2018
3 Damon Cantola bunu “Well Organized Friendship Networks” olarak adlandırıyor.
4 Kökeni ve anlamı buğulu sözcüklerin yarattığı sorunlardan birisi de, birbirleriyle etkileşerek plastisitesi yüksek bir bulamaç (bkz.
https://ggle.io/3cYM) haline gelmiş sorunların, rastgele görüntüler altında çökmelerine (quantum collapse) yol açmasıdır.
Böylelikle olmayan sorunların ortaya çıkması ya da var olan bir sorunun görünmemesi gibi durumlar doğabiliyor
5 Bkz. https://www.themarginalian.org/2015/05/20/blaise-pascal-pensees-persuasion/
6 Bu yolda bir örnek için bkz. https://tinaztitiz.com/bugune-kadar-ustune-alinmayanlar-artik-alinin-2/
7 B.Pascale bu konuda şöyle diyor: “Belagat… tatlılıkla ikna eder, otoriteyle değil… Belagat öyle şeyler söyleme sanatıdır ki, (1) konuştuğumuz
kişiler onları acı çekmeden ve zevkle dinleyebilirler; (2) kendilerini ilgili hissederler, böylece öz-sevgi onları bu konu üzerinde düşünmeye daha
istekli hale getirir.”
8 Bkz. “Tohum ya da diğer konularda fikir satmada güçlükler üzerine düşünceler, https://bit.ly/3BSBavB”
9 Bkz. https://adilyasam.net/dusunceleri-hayata-gecirme-araclari-hga/

 

Tınaz TİTİZ

9 Ağustos 2022

Search